Nezih Müftügil’in Kaleminden: Ya Sürdürülebilir Ol ya da Yok Ol

İnsanlar son yüzyılda dünyanın doğal kaynaklarını sanki hiç tükenmeyecek gibi sorumsuzca kullandılar. Sınırsız bir üretim, tüketim, daha fazla kazanç ve refah seviyesini arttırma hedefli bir yaşam şekli artık insanları ciddi tehlikelerle yüz yüze getirmektedir. Doğal kaynakları acımasızca kullanan gelişme politikaları, ekosistemde geriye döndürülmesi güç zararlara neden olmaktadır.

Bilim insanları, yaşamda kritik bir noktada olduğumuzu vurguluyorlar. Ya doğayı onaracak, aksiyonları süratle alacağız ya da sona doğru koşmaya devam edeceğiz. Bilim insanları, doğacak tehlikeleri daha yıllar önceden fark edip uyarılarına başladılar. Refah seviyelerinden ödün vermek istemeyen ülkeler ve özellikle gelişmiş ülkeler bu tehlikeleri uzun süre göz ardı etmeyi tercih ettiler. Geldiğimiz nokta artık bu şekilde devam edemeyeceğimizi göstermektedir. Seller, rüzgâr fırtınaları, kuraklık, yangınlar, biyolojik çeşitlilikteki kayıplar, azalan tarım ürünleri, deniz seviyelerinin yükselmesi gibi felaketleri bizi bekleyen daha büyük tehlikelerin öncüsü olarak yaşamaya başladık.

Endüstri Devrimi sürecinde fosil yakıtların yaygın kullanılmaya başlanması ile artan karbon salınımı, küresel ısınmaya yol açtı. Küresel ısınma, bizi etkilemeye başlayan birçok tehlikenin de kaynağını teşkil ediyor. Gittikçe ısınan atmosfer, günümüzde canlı yaşamın tümünü tehdit eden bir boyuta ulaştı. Uzmanlar, atmosferde ortaya çıkacak 1,5 °C bir sıcaklık artışının dünyada büyük sıkıntılara neden olacağını belirtiyorlar. Böyle bir durumda yukarıda belirtilen doğal felaketler daha yoğun yaşanacak; kıtlık, açlık, kitlesel göçler ve ölümler kaçınılmaz olacaktır. Doğayı yaralarken insan dışındaki canlı yaşama hayat hakkı da vermiyoruz. Ekosistemi bozarak biyoçeşitliliği büyük ölçüde kaybettik. Bitki ve hayvan türleri dramatik bir şekilde azalıyor. Biyolojik çeşitliliğin kaybı ile tozlaşma, iklimsel düzenlenme, selden koruma, toprak verimliliği, gıda ve ilaç üretimi gibi ekosistemin yararlı hizmetleri olumsuz etkileniyor. Doğaya yönelik bu müdahaleler yaban hayvanlarıyla yakınlaşmaya da neden oluyor ve bu da daha önce bilmediğimiz hayvan kaynaklı hastalıklardan daha kolay etkilenmemize yol açıyor. Yakın zamanda yaşadığımız Covid-19 salgınınının böyle müdahaleler sonrasında ortaya çıktığı ileri sürülmektedir.

Ekonomik büyümeyi çevresel sürdürülebilirliğin önüne koymaya devam edersek salgın hastalıklar için uygun koşulları yaratacağımızı ve gelecek için büyük riskler almış olacağımızı görebiliyoruz. Yaşadığımız pandemi, doğaya verdiğimiz zararın bize ekonomik kayıplar getirdiği gerçeğini de gösterdi. Bu farkındalığın, dünya ekonomisine yön veren ülkeler ve kurumlar tarafından net olarak anlaşıldığını ümit ediyoruz. Dünyada sürdürülebilirliği sağlayacak ve iklim değişikliğini tersine çevirecek en büyük güç, insan davranışıdır. Uzmanlara göre on yıl içinde alınacak aksiyonlar, dünyanın geleceğini belirleyecektir. Paris Anlaşması’nda, sıcaklık artışını düşük tutma yönündeki çalışmaların alınacak en etkin ve somut önlemler olacağı belirtilmektedir. Birçok ülke bu anlaşmada belirtilen hedeflere yönelik yükümlülüklerini yerine getirme beyanında bulunmuşlardır. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi dünya için bir beka sorunudur. Tüm ülkelerde fosil yakıtların kullanımının azaltılması, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik ve ekolojik değerleri gözeten bir enerji politikası yürütülmesi gerekmektedir. Elimizde tüm bilimsel kanıtlar varken dünyayı kurtarmak için harekete geçmezsek gelecek nesillere büyük haksızlık yapmış olacağız.

Sosyal Medya'da Paylaşın