Dünya barista şampiyonu Klaus Thomsen, ileride onu dünya şampiyonluğuna taşıyacak meslek hayatına 2001 yılında Starbucks’ta başlıyor. O dönem Londra’da yaşayan ünlü baristanın tek amacı o ayki faturalarını ödeyebilmek oluyor. Ünlü barista Klaus Thomsen 2006 yılında dünya şampiyonu ve iki kez Danimarka barista şampiyonu seçiliyor.
Klaus Thomsen, The Coffee Collective’i 2007 yılından üç ortağı Peter Dupont, Casper Engel Ramussen ve Linus Törsater ile hayata geçiriyor. Ünlü barista o süreci şöyle anlatıyor: “2007 yılının yazıydı. Ve ülkede büyük bir ekonomik kriz bekleniyordu. O dönem üç arkadaşımla beraber Coffee Collective’i açmaya karar verdik. Bankalar bize kredi vermek istemiyorlardı. Fakat sonunda bir bankadan kredi çektik ve Kopenhag havalimanının garajında kavurma işine başladık.”
“Coffee Collective bizim için bir hayat projesi”
Klaus ve arkadaşları 2008 yılının Şubat ayında dükkânlarını daha işlek bir caddeye taşımaya karar veriyor ve o andan itibaren Coffee Collective yavaş ama istikrarlı bir şekilde büyümeye gidiyor. Thomsen, “İşleri tam olarak yoluna koymak için çok dikkatli ilerledik çünkü Coffee Collective fantastik bir iş kurma fikrinden ziyade bizim için bir hayat projesiydi” diyor.
“Çiftçiyi bu işin kolektif bir parçası olarak görüyoruz”
Başarılı barista başından beri çalışma koşullarına çok dikkat ediyor ve dört ortak Coffee Collective’de barista olarak işe başlıyor. Kahve severlere gerçek kahve tadı deneyimi yaşatmak Thomsen’ın her zaman önceliği oluyor. Her zaman kolektif bir çabaya sahip olduklarını belirten ünlü barista, “Bu yüzden çiftçiyle beraber çalışıyoruz. Onları ziyaret ederek işe dahil ediyoruz. Ve bu işin kolektif bir parçası olarak görüyoruz. Diğer taraftan, misafirlerimize bizden en iyi şekilde yararlanmalarına yardımcı oluyoruz” diyor. Başarılı baristanın amacı farklı özelliklere sahip kahveyle beraber evrenin tüm spektrumunu taşıyan kahveler sunmak oluyor. Kendisini heyecanlandıran kahveler bularak; onları takipçiler ve misafirler ile paylaşmak Thomsen’a her zaman mutluluk veriyor. Öyle ki Thomsen, bazen bir ülkeden 3 farklı kahve çekirdeği örneği buluyor.
“Her kavurma tekniğinin kendi tarzını bulması gerektiğine inanıyorum”
Kahve kavurma tekniklerinden bahseden Klaus Thomsen, tek bir kahve kavurma tekniği olmadığını ve kendisinin de farklı kahve kavurma tekniklerini kullandığını belirtiyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Tek bir kavurma tekniği yok. Tıpkı ‘nasıl pişirmelisiniz’ sorusunda tek bir cevap olmadığı gibi. Her kavurma tekniğinin evrensel bir gerçeği aramaktan ziyade kendi tarzını bulması gerektiğine inanıyorum. Birlikte çalıştığımız çiftçiler bizim için oldukça kaliteli çekirdekler sunuyor ve böylece çekirdeklerimizi daha az veya orta derecede kavurarak iyi kahveyi elde ediyoruz.”
“Kombucha tamamen yeni bir lezzet deneyimi oldu”
Klaus Thomsen, Coffee Collective’de kahve işinin sürdürülebilir hale gelmesine daha fazla odaklanıyor. Bu senenin ilk sürdürülebilirlik raporunu yayınladıklarını belirten Thomsen, “Geri bildirimler bizim için çok olumlu oldu. Dükkânlarımızda yüzde 100 kahve ile yapılmış kombucha sunuyoruz. Kombucha genellikle çay ile yapılır ama biz bunu kahve ile deneyerek; çok başarılı ve tamamen yeni bir lezzet deneyimi ortaya çıkardık” açıklamalarına yer veriyor. Kopenhag’ta 5 farklı lokasyonda hizmet veren Coffee Collective, şu anda 45 ülkeye ulaşan uluslararası bir web ağına sahip. Ayrıca dünyanın dört bir yanındaki kahve dükkânları, kafeler ve restoranlar ile toptan satış ortaklıkları da mevcut.
“Butik kahve dükkânları heyecan verici”
Klaus Thomsen, dalga terminolojisinin hiçbir zaman büyük bir hayranı olmuyor. Her şeyin bir evrim olduğunu ve bölgeden bölgeye değişkenlik gösterdiğini belirterek sözlerini şöyle noktalıyor: “Sanırım şu anda çok fazla sayıda özel kahve dükkânı ve mikro mangalar görüyoruz ki bunun heyecan verici olduğunu düşünüyorum. Bazıları 3. dalga kahveciliği şu ana kadar çok büyük bir hale getirdi ve bu dalganın büyük bir iş haline geldiği konusunda hemfikir olduğumu söyleyebilirim. Ama bazıları, bizim gibi şirketler için bunu tehlike olarak görse de; ben tam aksine çok uluslu şirketlere kıyasla daha fazla öne çıkabileceğimiz bir avantaj olarak görüyorum.”