İstanbullular için mevsimler sadece ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış olarak adlandırılmanın yanı sıra, yılın belli dönemlerinde çıkan ürünlere bağlı olarak da adlandırılırdı. Heyecanla beklenen bu mevsimler İstanbullunun sofralarına da yön veren dönemler olurlardı. Ağustos sonu üzümlerin çıkmaya başlaması ve göç yollarından dönen bıldırcınların mevsimi idi. Soğuk havalar kestanenin habercisi olurdu, sokaklara közde pişmiş kestane kokusu yayılırdı. Kışın sonuna yaklaşıp bahar aylarına gelindi mi de doğanın uyanması, hayvanların yavrulaması da yoğurt mevsiminin geldiğini işaret ederdi. Eski dönemlerde, İstanbullu için yoğurt mevsimi heyecanla beklenen dönemlerden birisi idi. Taze sağılan sütlerden yapılan yoğurtlar İstanbul’un farklı yerlerinde üretilir ve üretildiği semtin adı ile anılırdı. En bilinenler arasında Kanlıca, Kağıthane, Silivri, Sarıyer ve Sütlüce semtlerinde yapılan yerel yoğurtların olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. İstanbullu için büyük önem taşıyan bu yoğurtları yemek için, insanlar dönemin zor ulaşım şartlarına rağmen farklı semtleri ziyaret ederek yoğurt yemeye giderlermiş. Bunun en önemli nedeni ise her semtin yoğurdunun kendine has özellikleri olması. Yoğurdun en önemli özelliklerinden olan kalitesi, kıvamı ve tadı tamamen kullanılan sütle bağlantılıdır. Yoğurdun kıvamlı olması aranan bir özelliktir. Hatta bazı yoğurtlar o kadar kıvamlıdır ki, bıçak ya da spatula ile kesip servis ettiğinizde şeklini muhafaza edebilir.
1600’lü yıllardan beri yapılan Kanlıca yoğurdunda, süt bakır kazanlarda kaynatıldıktan sonra kaymağı alınmaz. Böylece kaymağı daha kalın bir yoğurt meydana gelir. Bu yoğurdu servis etmekse beceri ister. Şöyle ki yoğurdun tadını en iyi şekilde alabilmek için, üstteki kaymak katmanını, ortadaki kıvamlı yoğurt katmanını ve en alttaki sulu yoğurt katmanını eşit bir şekilde servis etmek gerekir. Günümüzde olduğu gibi eskilerde de Kanlıca yoğurdu pudra şekeri ile ikram edilir ve buna saksağan beyni ismi verilirmiş.
Silivri ise kırsal yerleşimin yaygın olduğu bir semt olduğundan eskiden buralarda yetiştirilen koyunların sütünden yapılan yoğurtlar için kullanılan süt, odun ateşinde pişirilir, alçak ve yayvan kaplara konularak saklanırdı. Bu yoğurtta kullanılan koyun sütünde kuru madde ve yağ oranı yüksek olup, ortaya yoğun neredeyse katı bir yoğurt ve kalın bir kaymak katmanı meydana çıkmakta idi. Seyyar yoğurt satıcıları sadece “yoğurt” diye bağırarak geldiklerini haber verirken, Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nde yazdığına göre Silivri yoğurdu satıcıları, “Silivri Gaymak yoğurt! Silivri’den kara koyunun beyaz yoğurdu! Hay babam hay yoğurdu Silivri’den al!” diyerek geldiklerini mahalleye duyururlardı.
Yeri gelmişken, yoğurt yemeye başka semtlere gidenlerin yanı sıra bir de yoğurt mevsimi geldi mi, mahalle mahalle dolaşarak yoğurt satan seyyar satıcılardan kısaca bahsetmek uygun kaçar. Eski İstanbul’un seyyar yoğurt satıcıları yine baharın habercisi olarak İstanbul sokaklarının alametifarikalarından biriydi. Yoğurt satıcıları mahalleleri dolaşırken iki teneke kutu içine yerleştirdikleri yoğurtları iple ince bir tahta sırığın iki tarafına bağlayıp, bu sırığı omuzları üzerinde dengeleyerek taşırlarmış. Mahallelerde de her müşterinin benimsediği bir yoğurtçu olduğundan yoğurtçular da tanıdıkları müşterilerin kapılarına gider geldiklerini haber ederlerdi.
Bahar mevsiminin yoğurt mevsimi olduğuna değinen önemli yazarlarımızdan Refik Halit Karay da “Üç Nesil Üç Hayat” adlı kitabında durumu şöyle ifade eder, “Bahara, o devirde büyük ehemmiyet verilir: Kanı temizlemek lazımdır; hacamat yaptırmalı, bol süt içmeli, yoğurt yeşillik yemeli, vücut dahilen temizlenmelidir; atlar da muhakkak çayıra çıkartılmalıdır. Kışın yoğurt mideyi üşütür diye rağbet görmezdi.” Buradan da yine hazır yeri gelmişken eskilerin yoğurdu yemek kurallarına değinerek konuyu sonlandıralım. Osmanlı tıbbında sağlıklı yaşamın sırrı olan beslenme kuralları içerisinde soğuk tabiatlı olan yoğurdun sıcak mevsimlerde tüketilmesi önerilir. Ayrıca yine “beraber yenmeyecek gıdalar” başlığı altında da yoğurdun balıkla, sirke, koruk gibi ekşiler, turp, tere ve tavuk eti ile yenmesi ağır hastalıklar doğurabileceğine inanıldığından beraber tüketilmesi uygun görülmezdi. Öte yandan eski insanlar özellikle etli yemeklerden sonra ya da etle birlikte hazmı kolaylaştırsın diye bir iki kaşık yoğurt yemeyi adet edinmişlerdir. Bu alışkanlık da ülkemizde gelenek haline gelmiş ve özellikle kebapların yanında yoğurt, cacık ya da ayran tüketilir olmuştur. Yoğurdun sıhhat için faydalı olduğu şüphesizdir. Buna verilebilecek en önemli örnek ise Türkiye’nin en uzun yaşamış insanı olduğu var sayılan (1774-1934) ve her gün mutlaka yoğurt yemiş olan Zaro Ağa’dır.