İstanbul, hayatın sokaklarda geçtiği çok renkli ve canlı bir şehirdir. Böyle olması, sokak yemekleri kültürünün, dolayısı ile sokak satıcılarının tarih boyunca sattıkları ürün ve hazır yemek anlamında gelişmesinde büyük önem taşımıştır. Reşad Ekrem Koçu, meşhur “İstanbul Ansiklopedisi” adlı eserinde sokak satıcılarını “ayak esnafı” diye tabir eder ve sayfalar dolusu açıklamalar ve resimler ile her türlü ayak esnafı hakkında bilgi verir. Hatta ayak esnaflarının İstanbullunun hayatında ne kadar büyük önem taşıdığını “ayak esnafları İstanbul’un tuzu biberi ve alametifarikasıdır” sözleri ile ifade eder.
XIX. yüzyılda sokak yemeği satıcılarını şehrin her tarafında, hatta mahalle aralarında bile görmek mümkündü. Özellikle günümüz standartlarında restoranların yoğun şekilde bulunmadığı ve olanların da ekonomik düzeyi orta ve düşük olanlara hitap etmediği bu dönemlerde şehir sakinlerinin bir araya gelmesi, bir şeyler paylaşması ve ayaküstü çabucak karınlarını doyurması açısından sokak satıcıları merkezi bir nokta oluşturuyordu. Tüketime hazır yiyeceklerin yanı sıra seyyar manavlar, ciğerciler, sucular (sakalar), sütçüler ve yoğurtçuların mahalle aralarında dolaşmaları, evinden çıkma imkanı olmayan ev hanımları için ayrıca bir kolaylık sağlamaktaydı.
Günümüz İstanbul’unda her ne kadar restoran kültürü çok gelişmiş olsa da sokak satıcıları halen önemini yitirmemiştir. Şehrin belli başlı semtlerinde tekerlekli arabaları, üç ayaklı tezgâhları, kömür ya da gaz ocaklı seyyar arabaları ya da sabit bir mutfak ve tezgâhla sokak yemekleri satan satıcılar hala önemini korumakta, hatta sattıkları ürünle ün sahibi hâline gelmiş olanları bile bulunmaktadır.
Bazı durumlarda bir sokak satıcısından alacağınız tüketime hazır ya da anında pişmiş bir yemek, herhangi bir restoranda yiyeceğiniz bir yemekten ya da manavdan alacağınız bir meyveden daha taze olabilme özelliğini daima korur. Sokak satıcıları malzemelerini mevsimsel ve günlük olarak aldıkları için daha ucuza mâl edip daha taze bir yemek sunma şansına sahiptirler. Günümüzde seyyar olarak dolaşan manavlar kalmış olsa da onlar da genelde kamyonet ya da kamyonları ile eskisinden daha modern bir yaklaşım sergilemektedirler. Kış mevsimi içinde olduğumuz şu günlerde, bazı mahallelerde bozacıların yanık sesleri ile boza sattıklarını da görmek klasikleşmiş bir İstanbul geleneğinin hâlâ yaşadığını gösteriyor bize.
Sokakta yemek yemenin de kendine göre bir kültürü ve raconu olmasının yanı sıra sokak yemeği satıcısının satış yaptığı tezgâhı, bulunduğu yeri, mevsim şartları gibi unsurların bütünü, yediğiniz yemeğin ambiyansını oluşturarak bize farklı bir deneyim sunmaktadır. Direkt olarak yemeği pişiren kişinin aynı anda size servis eden kişi olması, zaman zaman tezgâh başında yemeğinizi mideye indirirken seyyar satıcı ile yaptığınız ayaküstü sohbetler sokakta yemenin bir büyüsü olduğunu da hissettiriyor. Sahilde, denizden gelen yosun kokusu eşliğinde loş bir ışığın altında ızgarada pişen balıkların soğanlı marul salatası ile ekmek içine konarak size ikram edilmesi, ya da kömür ateşinin önünde dönen bir şişin üzerinde nar gibi kızarmış bir kokorecin gözünüzün önünde hazırlanmasından sonra ağzınıza layık bir yemek hâline gelmesi sokakta yemek yemenin eşsiz zevklerindendir.
Yüzyıllardan beri süregelen sokak yemekleri satıcıları, İstanbul’un renkli ve canlı sokak hayatını yansıttığından günümüzde bile önemini yitirmemiş, İstanbul’un yemek kültürü tarihi açısından büyük önem taşımaya devam etmektedir. Hatta sokak yiyeceklerini üretip satan ve bu geleneksel kültüre ve yiyeceklere sahip çıkan ayak satıcılarına birer halk kahramanları desek yanlış olmayacağı kanısındayım.