Teofarm markası kurucusu Elif Ovalı, Gündem Değerlendirmeleri’nin konuğu oldu. Devlet koronavirüs sürecinde bazı sektörlere geçiş hakkı tanıdı, bunlardan biri de tarım oldu. Antakya’nın tarım bölgesi olduğunu ifade eden Ovalı, “Bizim en çok çalıştığımız dönemler. Ovada hareketlilik devam ediyor ama en küçük köyde bile gerekli önlemler alınıyor” diyor.
Elif Ovalı, çiftçilikle uğraşan bir aileden geliyor. İşletme alanını seçen Ovalı hikâyesini şu sözlerle anlatıyor: “İşletme yönetimi dersleri verirken tarımda işletme verilerini kullanamadığımızı gördüm. Ve marka yaratmanın gerekliliğini o dönem anladım. Katma değer tarımı olması gerektiğini düşünerek 6 yıl önce kardeşimle beraber Teofarm’ı kurduk. 2 tane ürünle başlamışken 6 ay içerisinde Migros ve Makro gibi markalar müşterimiz oldu ve şu an 65 ürünümüz var. Tarım hak ettiği değeri göremiyor ve gençlerimiz de tarımla uğraşmak istemiyor. Bizim tarımı cazip hale getirmemiz gerekiyor. Atalık tohumlarımızı korumalıyız. Teofarm geçen yılın hasadında Türkiye’nin en büyük karakılçık üreticisi haline geldik.”
“Arazinin verimliliği, tohumun kalitesi gibi birçok faktör ürünü ortaya çıkarıyor”
Elif Ovalı, ‘aynı gemideyiz’ sözünün daha önce hiç bu kadar hissedilmediğini söylüyor. Tarımda da bilimin uygulanması gerektiğini ifade ederek, “1-2 aylık krizleri her zaman atlatmışızdır bu konuda ülkeme güveniyorum ama bu süreç uzun sürecek olursa, krize daha başka bir açıdan bakmak gerekecektir. Bu krizden herkes zarar gördü.Olağanüstü bir durum yaşıyoruz ve devlet bazı sektörlere geçiş hakkı tanıdı bunlardan biri de tarım. Bir hareketlilik var ama kısıtlandırıldı. Antakya tarım bölgesi, hasat zamanı ve ekim zamanı.Arazinin verimliliği, tohumun kalitesi, iklim, insan emeği gibi birçok faktör birleşerek üretim ortaya çıkıyor. İyi tarım, doğru tarım derken sürdürülebilir ve ekolojiye zarar vermeyen tarımdan bahsediyoruz. Son dönemlerde hibrid, gdo’lu gibi bir kavramlar sıkça konuşulur oldu, görseli güzel ama içi boş ürünler çıktı. Biz insanlara ve doğaya zarar vermeyen ürünler üretiyoruz ve buna iyi tarım diyebiliriz” diyor.
“Teofarm’da deneyimsel olarak tadım turları yapmaya başladık.
Ovalı, tarımın bölgesel olarak incelenmesi ve desteklerden bu bölgedeki kişilerin de yararlanması gerektiğini ifade ediyor. Firmaların değil küçük çiftçilerin bu desteklere ulaşmasının sağlanmasını gerektiğini ise altını çiziyor. “Yerel çiftçileri kalkındırmalıyız” diyen başarılı isim butik üreticilerle restoranlar arasındaki iletişimin yeterli olmadığını belirterek, “Butik işletmeciler sosyal medyayı kullanarak tüketiciye ulaşabiliyor. Üretmekten tüketiciye ulaşacak vakti kalmayan kişiler de var. Birçok şefimiz geldi ve onların katkılarıyla çok parlak fikirler ortaya çıktı. Biz spontane olarak kendi restoranımızı açtık. Adil düzen, iyi tarım ürünlerinin yapıldığı ve bu ürünlerin tadıldığı bir düzen kurduk ve çok başarılı da oldu. Suriye krizi ve pandemiyle tabii yavaşladı. Ama bu ilgi bizi aydınlattı.
“Teofarm Derslik kırsala bilimi getirdi. ”
Teofarm’da, öğrenen ve öğreten bir model olarak çiftliğimizde bir derslik açtık. Bir taraftan Mustafa Kemal Üniversitesi Aşçılık Bölümü’nde okuyan öğrencilerimize gıda güvenliği, doğru tarım, tarımda sertifikalandırma gibi konuları konusunda uzman kişiler aktarırken ve diğer taraftan da kırsalda yaşayan kadınlara gelir sağlamak ve meslek edindirmek için buğday sapı sepet örgücülüğü (cimem), el sanatları kursları ve toplumsal fayda yaratmak amacıyla seminerler düzenliyoruz. Bir enerji yaratarak deneyimsel pazarlama yapıyoruz. Teofarm’da tadım etkinlikleri düzenledik. Kültürümüzü, yaşantımızı, sofralarımızı paylaştık. Hatay neden bir Toscana olmasın?”
Elif Ovalı, dönüşümün de şart olduğunu ifade ediyor. Dijitalin hayatımızda olması gerektiğini, dünyanın da dijitale evrildiğini vurguluyor. Dijitale yatırım yaptıklarını ifade ederek, “Stratejimiz vardı ve pazarın buna kaydığını görmüştük. İşlerimizi bulunduğumuz yerden sürdürebiliyoruz ve işlerimiz de artış oldu. Ama kontrollü bir büyüme olması gerekiyor, bu yüzden dijital alanın profesyonellere bırakılması gerektiğini düşünüyorum. Öte yandan kooperatifçiliğin de büyümesi lazım ama mutlaka destekler ve insanları bir araya getiren bir ruhun olması gerektiğini düşünüyorum. Bu modeli denemiş ve başarıya ulaşmış kişilerin bu kooperatiflere destek olması gerekiyor. Biz Teofarm’da bir model oluşturuyoruz ve bu modeli başka lokasyonlara adapte ederek süreçleri daha rahat ilerleteceğiz. Bunu danışmanlık hizmeti değil bilgi paylaşımı için yapacağız. Öte yandan Antakya’da ürün tanıtımı konusunda çalışmalar var. Belediyeler ve özel sektör çalışıyor ama gastronomi şehri olmak çok önemli. Reklamlarımız daha fazla olabilir ve çok güzel bir enerji yakaladık tam Hatay kalkınıyor derken öncesinde Suriye krizi ardından tüm dünyayı sarsan pandemi tüm sektörleri sekteye uğrattı. Hayat normale döndüğü zaman kaldığımız yerden daha büyük bir enerji ile çalışmaya devam edeceğiz.. Yerel bir şarap markamız var ve gurur duyuyoruz. Gastronomi kelimesinin anlamına uyan tatlar, hikaye, kültür ve sofra adabı ile varız” açıklamalarında bulunuyor.
“Karakılçık buğdayı için ’Anadolu’nun gerçek çocuğu’ diyorum”
Her işin çok zorlukları olduğunu tarımda ise doğa faktörünün önemli olduğunu söylüyor deneyimli isim. Tarımda doğayı tanımak, saygı duymak ve yöre insanına kulak vermek gerektiğini ifade ediyor. Sebat etmenin çok önemli olduğunu da vurgulayan Ovalı, “Doğaya, büyük resme baktığınızda işletme biliminin en güzel örneğini görüyorsunuz Fakat bu işletmenin amacı sadece karlılık değil birlikte fayda sağlayarak gelişmek , büyümek, varlığını sürdürmek. Çiftçilik ulvi çok güzel bir meslek ama mutlaka handikaplarını dikkate almak gerekiyor. Teofarm olarak karakılçık buğdayını odağımıza aldık ve bu atalık, antik buğdayların üretimi ve neslini devam ettirebilmesi için çok çaba harcadık, sahip çıktık. İşe başlarken elimizde atalık tohumumuz vardı. Karakılçık buğdayı gibi binlerce yıldır topraktan tohuma, tohumdan toprağa varlığını sürdüren bu tip atalık tohumlara,’Anadolu’nun gerçek çocukları ’ diyorum. Laboratuvar ortamlarında geliştirilen, özellikle 1950’lerden sonra Türk çiftçisine empoze edilen tohumların yaygın kullanımı ile giderek atalık tohumlarla daha az üretim yapılmaya başlandı. Doğada soyunu sürdürme vardır ve her tohum yeni bir canlının başlangıcıdır. İnsan eliyle geliştirilen tohumlarda nitelikten çok nicelik önemli. Kalite ürünün dış görünüşü ve verimliliği ile ilgili… Atalık buğdaylar dediğimizde sadece karakılçık değil Anadolu’nun dört bir yanında neslini sürdüren onlarca buğday türü var. Bu konuda bir kitap yazıyorum. Bu buğdaylar tüketildiği zaman glüten sorunu yaşanmıyor çünkü binlerce yıldır insanla beraber evrim geçirmiş. İnsan vücudunun tanıdığı bir besin.Yeni nesil buğdayları vücut tanımadığı için tepki gösteriyor. Gıdaya saygı duymamız lazım. Bölgede yetişen ve oraya ait tadı olan tohum yerli tohumdur. Samandağı domatesimiz vardır ve Hatay’da yaşayanlar o domatesin tadını çok iyi bilirler. O domatesin verim kaygısı yok. Ayırt edici bir tadı var. Atalık dediğimiz zaman takip edebildiğimiz, dışardan müdahale edilmemiş ve soyu değiştirilmemiş tohumdur. Ürünü yetiştirdikten sonra tohumu ayırıp seneye o tohumu tekrar kullanıyorsanız o atalık tohumdur. Hibrit tohumlar ise verim kaygısıyla dışardan müdahale edilip soyu değiştirilmiş tohumlardır. Kötü bir şey değil belki ama soyu ve kültürü de korumamız gerekiyor. Çiftçi de bu atalık tohumları ekmekten vazgeçti çünkü pazarda değer de görmüyor” diyor.
“Hatay’a inerken ovanın büyüklüğü, verimliliği insanı çok etkiler”
Türkiye’nin tarım ülkesi olduğunu da sözlerine ekleyen Elif Ovalı konuşmasını şöyle tamamlıyor: “Gerek Amanos Dağları’ndan gerekse uçak yolculuğunda inişte Amik Ovası’nın büyüklüğü insanın tüylerini diken diken ediyor. Bereketli Hilal olarak bilinen dünyada ilk kez tarıma başlanan bir bölgede yaşıyoruz. Depremler, salgınlar da olsa insanlar tekrar tekrar buraya yerleşmişler. Çünkü burası bereketli topraklar… Biz senede 3-4 kez ürün alırız. Tohum eksen ürün fışkırır. Anadolu’nun ailelerinde mutlaka toprakla bir meşguliyet, toprağa saygı ve sevgi vardır. Sahip olduğumuz bu kadim bilgiyi ve gücü bilimle birleştirerek çok daha başarılı ve mutlu olacağımıza inanıyorum. Doğduğumuz yerde üreterek hem doyup hem de mutlu olursak zorunlu göçü de engellemiş oluruz.”